1222

Varoluş başına gelen en hüzünlü şey. Dünyanın en pislik varlığının devamlı kırılması ve bundan sonsuzlarca yakınması varoluşun vasfını gölgeleyen büyük leke. Özlem arttıkça uzaklıklar çoğalıyor, oysa ki uzaklık biraz yakından bakınca bir kol boyu mesafesi. Dünyanın en uzun gecesi, bugünün en kötü zamanı, bir günün tamamının ağırlığı. Her şey kafamı çok ağırlaştırıyor. Karıştırmıyor. Beni ensemden tutup dibe çekiyor. Ben yere yaklaştıkça midem katlanıp çok acıyor. Çok fazla zamanım yokmuş gibi hissediyorum ve bu hissiyat günden güne beni aceleye sevk ediyor. İçimden acele ettiğim her şey, başkalarının eylemleri ile dışarı yansıyor. Mutlu olmam gerektiğini düşündükçe bu zaman diliminde başkaları mutlu oluyor ve benim onların mutluluğuna en büyük şahit olmam beklenilip alkış tutmamamı yargılıyorlar. İçlerinden büyük bir esefle beni kınayıp ne kadar kötü olduğumu düşünüyorlar. Bu totalde iki saniye sürüyor çünkü insanların kendine ayırması gereken vakit başkaları tarafından çalınınca -ya da böyle hissettirilince diyelim- büyük bir hırçınlığa bürünüyorlar. Haklılar. Şu an yeryüzünde yaşayan ne kadar canlı varlık varsa hepsi çok haklı. Hatta ölenler de haklı. En azından bir zamanlar haklılardı ve bunun bilinciyle şimdi toprağın altında çürüyorlar. Ben, içimin inanılmaz bir hızla çürüdüğünü hissediyorum. Toprak altına girmeden belki biraz toprak yutmuşçasına bir toklukla ve ışık hızıyla çürüyorum. Her tarafım dökülüyor. Toplayamıyorum. Oturduğum yerden döktüklerime bakıyorum. Çok ama aşırı fazla çok üşeniyorum. Üşendikçe sadece bakmakla yetiniyorum. Birilerinin suratına bakınca burnum sızlamaya başlıyor. Tam ucu sızlıyor. Tutmaya çalıştıkça daha çok yanıyor ve bu yanma hissiyatı ile gözlerim doluyor. Ağlayamıyorum. Çünkü o zaman soru sormak akıllarına geliyor. O kadar alışkanlıkla ve alelade soruyorlar ki bu soruları, ben buna mahal verdiğim için kendimi inanılmaz kötü hissediyorum. Bu öyle bir kötülük değil. Midem bulanıyor. Kusmak istiyorum sonra. Ama buna da utanıyorum. Etimden, beni bir yapı içinde muhafaza eden bu etten çok tiksiniyorum. Kendimi çok kaliteli bir ustra ile ortadan ikiye ayırmak ve akan kanın dilime değmesiyle ne yaptığımı algıladıktan sonra büyük bir korkuya kapılmak istiyorum. Korku insanı şok eder. Şok olup olduğum yerde kalmak ve yüzyıllar boyunca o şekilde sadece durmak istiyorum. Durdukça varolmak varoldukça unutulmak istiyorum. Birileri gelip içimi kova kova boşaltsın istiyorum. Çıkan tüm hafriyatı bir kuyuya atmalarını istiyorum ki yer altı su kaynaklarına sızıp her içenin bünyesinde dolaşabileyim. İçimdeki öfkenin bitmesini istiyorum. O herhangi bir kadının çeyizine sokulan işlemeli yorganlarla söndürsünler istiyorum. Vura vura, o ağırlığın altında ezile ezile sönmeyi diliyorum. Dileğimin şiddetinden ellerimin parmak eklemleri kasılıyor. Birer pençe şeklini almış ellerime kaldırıp kaldırıp bakıyorum. Omuzlarım ağrıyor sonra, çok yoruluyorum. O kadar ama o kadar fazla yoruluyorum ki üzerime bütün geçmiş, şimdiki ve gelecek yüzyılların sorumluluğu atılmış gibi yoruluyorum. Bunu taşımakta çok fazla zorlanıyorum. Dünyanın tüm şekilci cinsiyete bürünmüş iki kutbu arasında bir yerlerde durup yoruluyorum. Biçilmiş rollerin ve zorlanarak yaratılmış tüm toplulukların içinde bir yerlerde yüzüstü yatarak kocaman bir dozerin kin yüklü dişlileri arasında parçalanmayı bekliyorum. Kimse gelip geçmiyor ama. Tiksiniyorum. Başarı ile becerdiğim tek şey tiksinmek. Buna seviniyorum. Sevindikçe biraz daha tiksiniyorum. o kadar güzel tiksiniyorum ki kendime hayran bir ayna karşına geçip tiksiniyorum. Varolduğum andan beri merhabalaştığım, dokunduğum, konuştuğum, sustuğum, öptüğüm, duyduğum herkesten inanılmaz br güzellikle tiksiniyorum. Beni alaşağı eden, ayak bileklerimden tutup yanlarında kalmamı hissettiren, sevmek istediğim, kocaman bir bencilliği sönük ve ezik bir veda anında sadaka niyetine bahşeden, kendini bu kadar sevmelerine inanamadığım tüm insanlardan bıkmadan tiksiniyorum. İçimdeki umudun bitmesini engelleyen beynimin kıvrımları alev alsın diye beklerken tiksiniyorum. Kabullenişi reddeden iğrenç kalbimin damarları tıkansın diye dua ederken tiksiniyorum. Beklemekten vazgeçmeyeceğini anladığım tüm varlığımın kocaman bir felaketle son bulmasını hazırlarken tiksiniyorum. Tiksintimden o kadar etkileniyorum ki onunla tekrar birleşip yeni bir tiksintiye mutlulukla gebe kalıyorum. Doğurduğum çocuklarımla beraber ömrünü kendine, erkinin azalmadığını kanıtlamakla harcayan iki gramlık et parçasına hayran erkeklerden, sevgiden bahsedip sunabildiği tek şeyin kocaman bir karanlık olduğu tüm insanlardan, muhteşem bir kabullenişle beraber diğer kardeşlerini hiçe sayıp insan harcayan kadınlardan, her şeyden ve herkesten bir daha tiksiniyorum. Ve ardından soluk soluğa, herkesin hayalindeki üstün bir orgazmla duruyorum. Sadece duruyorum. Hep duruyorum. İstediğim şekilde, öykündüğüm o durağanlıkla duruyorum. Ölene kadar duruyorum. Sadece duruyorum. Artık duruyorum.

1011

Yaşadığınız hayat muhteşem bir alışveriş deneyimi. Ödenen ya da harcadığınız bedel kişiden kişiye değişen, çoğu zaman da eve elinde poşetle dönünce pişmanlıkla sonuçlanan bir kaç saatlik bir süre. Etrafınızdaki insanlar bu süre içinde ya ilginizi çekmeyen bir danışman ya da bedel ödeyip mutlu olup olmaması size kalmış bir ürün. Bu deneyim süresince kendinizi en iyi siz tanıdığınız için hatta deneyim esnasında tanımaya başladığınız için diyelim, genellikle hiç de sonuçlara şaşırmadığınız ya da aşırı şaşırdığınız muhteşem olaylar zinciri.

Uzun zaman önce bir alışverişe çıktın. Aldığın ürün dünyanın en defolu ürünüydü. Hayatındaki en büyük hatan kendinden daha defolu bir ürüne bedel ödemek. Giydiğinde üzerine iğrenç olan. İğrençlik her yere bulaşmış durumda. İğrençlik en düzgün diyebileceğin objeye, nesneye, nefes alıp veren ya da ölü taklidi yapan her şeye bulaşmış durumda. En beklemediğin anda seni dört koldan sarıp tıknefes kalana kadar sıkmaya hazır yanıbaşında bekliyor. İşin garip tarafıysa defolu olan şey defosuyla devam ederken senin iyileşebilmen.

Fazlaca iyisin. Üzerindeki huzur ve kurtulmuşluk hissi rahatsız edecek kadar iyisin. Kötüler geberene kadar kötü olacak. Defoları asla tamir edilemeyecek. Ölene kadar ölümü dileyecekler. Çünkü tek dileğin bu.


926

İyi olabilmeyi beklediğiniz günler, iyi olduğunuz/hissettiğiniz günleri sayıca geçiyor. Son dönem hissettiğiniz yalnızlığı size bahşeden tek bir kişiye karşı duyduğunuz öfke ve özlemin tüm acısını bir kaç kişiden çıkarıyorsunuz. Gün geçtikçe kafanızda hatları iyice keskinleşen, yaşamayı istediğiniz çok basit ve naif hayatı başkaları yaşamakta olduğu için yerin boşalmasını bekliyorsunuz. Devamlı bir sıra bekleyiş, muazzam bir yer edinme çabası. O yerin boşalması için boka sarması gereken hayatlar. Acı ve üzüntü üzerine kurulacak, üstünü eşeledikçe mutsuzluk çıkan höyükler gibi sonu ölüme gidecek az bir yıllık nefes alma umudu.

Tüm bunlara şahit olan, siz olmasın istedikçe oldurduğunuz, kan bağlarıyla birbirine bağlanmış insanlar. Artık bitti diyemeyeceğiniz kredinizi çoktan harcadığınız zamanlar. Kupkuru ve demir gibi ağır varolmak zorunluluğu. Üç metrekare içinde çok kalabalık ve sizi içten içe kemiren, devamlı ölümün yansıtıldığı bir projeksiyonu olan mekan.

Daha fazla dayanabilirsin. Öldüğün yere kadar.




621

İnandığınız şeyleri değil, tarafından inandırıldığınız ve bunu başarmalarına yol verdiğiniz insanları alkışlayın. Dünyanın benciliyetinde en büyük paya sahip feodal beylere hayranlık duyun. Kendi ırgatları olarak sizi sürdüğü duygusal hezeyan tarlalarında, avcunuza bıraktıkları iki kuruş anlayışa tamah edin. "Sistemin çarklarını işlemeyeceği gün"ü bekleyin ama siz hiç hareket etmeyin. Sadece içten içe üzülüp kefeninize özlemle sarılacağınız günü kurtuluş gününüz olarak geleceğe not edin. Yalnızlığı sistematik bir ceza olarak uyguladıklarının farkındayken, hiçbir şey yokmuşçasına, çiğ bir sıcaklık ve samimi ortam yaratmanın ortak gen havuzundaki en mükemmel özellik olduğunu haykıran toplumunuzun çağrısına kulak verin. Kendi cemaatinizi kurmaya cesaretiniz olmadığı için ya da buna değmeyeceğini bildiğiniz için diyelim, varolanlardan birine katılın. Hep alkış tutun ve karşılık bekleyerek yitip gidin. Kendi fikrinizin değersiz olduğuna inandıranlara haklılığının karşılığını vermek için gece gündüz kendinizi helak edin, sonunda kendi fikrinizin değersiz olduğuna gönülden bağlanın. Öyle bir inanç sistemi kurun ki kendi sesinize kulak vermeye meylettiğiniz anda önlenemez bir tiksinti ile mide bulantınızı geçirmek için çareler aranın. Hep susun. Başkalarının konuşmasına tüm zamanınızı verin. Ofansif bir davranış biçimi olarak çok konuşmak insanlığa armağan edilmiş en güzel reddediştir. Buna izin verin.
Sizi ezip geçmelerine, üzerinize basa basa yok etmelerine, kişiliğinizi yakmalarına, izole edip yok saymalarına hepsine ama hepsine izin verin.
Çünkü sınanmadıkça hatırlamanın ve geri dönüşün çaresi yok.

"Daha fazla varolmak yok. Tamamen hiçlik."

605

Kafamı toprağın en derinine, kor'a yakın bir yerlere gömüp hepinizden, seslerden, kopya hayatlardan, zorlama anılardan, samimiyetsiz mutluluklardan, yargılardan, bir daha asla dönemeyeceğim bir mesafe ile uzaklaşmak istiyorum. Ayaklarımı dünyanın en uzağındaki bir beton parçasına sokmak istiyorum. Burnumu kırıp tekrar, kalan parçalarımdan çekmek istiyorum. Kulaklarımı kesip sade bir törenle denize atmak istiyorum. Evimden çok çok uzaklara gidip inanılmaz bir özlemle eve dönebilmeyi istiyorum.

Tüm bunlar dışında elimi kolumu nereye koyacağımı bilmiyorum.




5102

"If something is catching in my throat  just at the edges of these moments it must be this, and not whatever I tell myself if it is. Oh, what heavy nothings i know. I know. I know. I know. You've been pushing all day. I know"


510

Hepiniz ne güzel insanlarsınız. Ne güzel büyüdünüz, olması gerekiği gibi aheste ve yıllara bölünerek. Aşırı yavaş ve aksak ritimli bir şarkı eşliğinde, ağır çekimle yan yana sıra olduğunuzu düşünün. Bir elinizde taş var. Avcunuzun kavrayabileceği büyüklükte. Önünüzden kortej halinde neden-niçin-nasıl katıldığınızı bile bilmediğiniz bir savaşın size göre en büyük suçluları geçiyor. Büyük bir ayıbı herkese ibret olsun diye sunmak için geçiyorlar teker teker. Öyle tek başlarına yalın ayak yürüyorlar. Aralarından sıyrılıp hepinizin elini sıkıyorum. Büyük bir gülümseme ile tebrik ediyorum sizi. O kadar bayılıyorum ki hepinize korteji oluşturan sırada değil sizin tarafınızda olmak ve hepinize sevgi ile sarılmak istiyorum. Üzerimdeki çamur ve pislikten biraz bulaştırmak istiyorum açıkçası. Çünkü paylaşmak çok güzel bir şey. Ağzınızdan hiç düşürmediğinizi ve her daim paylaşmak için yanıp tutuştuğunuzu biliyorum. O kadar iyi biliyorum ki ben aniden yaşlanıyorum. Sizin güzel gençliğinize ve enerjinize hayran, ben bitip tükeniyorum. Siz elinizdeki taşı bana sallamadan önce benim dizlerim iltihaplanıyor. Aklım bir gidip bir geliyor. Kesik kesik görüntüler dökülüyor ağzıma. Yutmaya çalışıyorum ama boğazımdan geçmiyor sizsiz. Hiç abartmadan gülüp eğlendiğiniz zamanlar mesela. Dertten yoksun kahkahalarla duvarları ve insanları yıktığınız zamanlar. Ne bileyim, yalnız kaldığınızda insan sesi dolsun diye ortalık, o kortejdekileri arkadaş bellediğiniz insanlar mesela. 5 liralık banknotlarla çileklendiğiniz zaman hiç olmadığınız kadar güçlü hissettiğiniz anlar. Sonra evinize birileri geldiğinde, alelacele kapamaya çalıştığınız pornolar. Çünkü yalnızlıktan kendinizi becerdiğinizi ama bunu asla hayalgücünüzle değil de bir imaj yardımı ile yaptığınızı güçsüzlük adlederek kendinize sır olarak saklamayı seçtiğinizi hiçbirimiz bilmiyoruz. Ve asla bilemeyeceğiz. Kendi içinizde kendinizi "dünyayı değiştirecek güç" diye gezegene lanse edip dışarıda döktüğünüz sütleri beraber dillediğiniz kediler. Siz kedileri de aşırı seviyorsunuz değil mi? Onlar varken bir insana hiç ihtiyaç duymadığınızı hatırlıyorum ben. Geceleri rüyalarınızdan, yalnızlıktan kendinizi kalın bir halata asıp başaramadığınızı anıra anıra sayıklarken uyandığınızı hiç hatırlamıyorum. Bu, sizin ve inandığınız şeyin arasındaki ufak bir ölü piksel. Bomboş orası. Hiçbirimiz bilmiyoruz bunu ve bilemeyeceğiz de.
Sonrasında ise işler tamamen değişiyor. Güzelce ve olması gibi büyüdüğünüz için, yanınızdaki o elinizi tutan birileri, sizi kendi hayat çukuruna sürüklüyor ve bir anda ortadan yok olmanız gerektiğini idrak ediyorsunuz. Çünkü büyümek böyle bir şey. Gerçek bir yetişkin olmak herkesin harcı olmamalı. Bu harcı karabilecek kişiler güçlü kollara sahip ve taşı tuttuğu gibi küreği de tutmayı becerecek kişiler olmalıydı.
İlk taşı günahsız olanınız attı sonra. O kadar günahsızdı ki, "Baba beni neden bıraktın?" diye içten içe ağladı. Çünkü yaygara yapsaydı herkes onu kendi beyninin aşırı lüks ve pleksiglass çarmıhına gerecekti. Çünkü herkes o kadar barışçıl ve kabulleniciydi ki o aşırı komforlu, aşırı lüks çarmıhlarda misafirperverliğin en güzelini yaşatabilirdi. Kimse bunu istemedi. İçten içe ve hatta gözlerinizin direkt içine bakarak anlatmaya çalıştıkları "gelip rahatımızı bozma." mesajını verdiler. Verilen mesaj alındı çünkü herkes inanılmaz zekiydi. Evrim tarihinin belki de iki ayak üzerinde duran en sağlam yaratığıydınız hepiniz. Bu yüzden kortejde siz değil, ben yürüyorum ve sizinle size duyduğum inanılmaz aşırı sevgimi paylaşmak istiyorum. Paylaşmayı ne kadar sevdiğinizi iyi biliyorum. Vicdanınızın bastırılamaz sesleri gelip kulaklarımı sağır ediyor. Merhamet ile çarpan kalbinizin saliseler içinde pompaladığı şefkat, pompaladığınız kanın alyuvar sayısını geçiyor. Derinizin dış tarafında aynı havayı soluduğunuz herkesi kollarınızın uzanabildiği ölçüde sarıp sarmalıyorsunuz, iyi bilirim. İçinizden tonlarca küfürle beraber midenizde oluşan, yabancı bir dokuyu hissetmenin bulantısını yaşasanız bile ki, yo, asla yaşamazsınız bunu siz, hiç bozuntuya vermeyensiniz. Çünkü siz bugüne kadar dünya üzerine inmiş en muhteşem ve güçlü ve sağlam iki ayaklı karakter timsalisiniz. Kendiniz dışında herkes sizlere muhtaç ve bir baba gibi ocağın ateşini söndürmeden hepsini kibirle kollamak, gaddarca dahi olsa oyalanacak bir şeyler fırlatmak kişiliğinizin yakasına iliştirilmiş nazar boncuklu maşallahı.
Tüm bunlar olurken kortejin savaş suçluları bu nedenle diri olmalı.

Ölüm sadece en güçsüzlere yakışan doğal bir seleksiyon, sizin temelli silinmenizdeki asalet ise beyaz kurtlara yem olarak kendinizi sadaka niyetine bağışlamanız:

Yaradanı öldür, yaratılıştaki deformasyon yüzünden. Yaratılanı öldür, yaradanın karakterindeki yoksunluğun büyüklüğünden.